11/20/2013

Gnothi Seauton

Aristoteles “Nikomakhos’a Etik” isimli eserinde kendine hâkim olan insan mutludur der. Ona göre iki aşırılık arasındaki orta noktayı bularak, yani ölçülü olarak erdemli ve mutlu olabiliriz. Denge diye bir kavram var, daha önce duyduğunuza eminim. Hassas dengeler..

Delilik ile akıllı olmanın, iyi ile kötünün, cinnet ile sükunetin arasında; incecik, kaskatı.. Kaynama noktanı bilirsen suyunu ılıtabilir ya da soğutabilirsin. Hayatını nasıl mükemmelleştireceğini söyleyemem, ama nasıl yaşanabilir kılacağın konusunda küçük bir fikrim var. Delphoi tapınağında yazılan kadar kendini bilmek; tastamam bilmek, ne istediğini bilmek konusunda kendini yoklamalı insan. Ölçülü olmayı öğrenmek bi' hayli zahmetlidir, kabul. Çünkü herkesin hayattaki kepçesi farklıdır ve almak istediğinle aldığın arasındaki uçurum derinse atlamak güzel bir zihinsel intihar olabilir. Yine de denemeyin.

İnsan yapısı yüzyıllar geçse de hep komplekstir ve öyle kalmaya da devam edecektir. Nedeni yok, aslında insan kusursuz bi yaratılışa sahiptir, uzay boşluğundan daha çok boşluğu barındırır zihninde. Dolar, taşar, yıkılır, yenilenir, unutulur ya da ansızın hatırlar. İnsan parmak iziyle özdeştir, kimse kimseye benzemez ve hiçbir zaman aynı şeyleri hissetmez. Kimse bunu önemsemez çünkü bunla yaşamaya alışmıştır ve yokluğun tadını bilmediğimiz için var olmak yeterince cezbetmez. Bana kalırsa bu mükemmel bi' kombindir. Belki o sebepten, dengeyi önce kendi içinde kurmalı, zihni bulanıklığından arındırmalıdır. Kafası karışık bir insana her şey yaptırabilir çünkü. Başkasına gerek kalmaz bile belki de. Aldığımız kararlar, ettiğimiz yeminler, verdiğimiz sözler, yaptığımız seçimler hep bilinmez hakkında önceden verdiğimiz, aldığımız, yaptığımız şeylerdir. Dikkat ister. Çünkü içinde ölüm gerçeğini barındıran ciddi bi' oyundur bu.

 En zahmetsiz şey sevgidir mesela, sırf kendini tanıma yetisinden yoksun olduğumuz için, ne istediğimizi bilmediğimiz için onu bile beceremeyiz çoğu kez. Acıtırız, acırız.

Ne yapmalı peki, bu hayatın dik yokuşundan fırlatılmışsak bi kere.. Annemin rahmine, hatta babama geri dönemeyeceğimi anladığım günden beri ben bir şeyleri "kabullendim". Siyahı beyazla, uzunu kısayla, kuruyu yaşla, geceyi gündüzle, güzeli çirkinle sevmeyi öğrendim. Pollyannacılık değil bu, bi' tür, ya da tamamen; bilinç. Etrafındakileri değiştirmeden önce kendini değiştirmen gerektiğini anlamalı. "Ben kimim?" sorusu başlangıç için yardımcı olacaktır. Bu hayattaki varlığın, sağladığın faydalar ve zararların. Sen kimsin? Niçin varsın, öylesine bi' spermden daha fazlasısın! Hayır bu kendini ateşlemeni "emreden" kişisel gelişim kitaplarından birinin önsözü değil. Kendini ne fazla önemse, ne de bir kenara buruşturup at. Dileğim budur. Kapladığın yerin hakkını ver. Dünyayı kurtarma, ama "bi' tek benim yapmamla ne olur" da deme. Sana dokunmayan yılan bin yıl kadar yaşasa da senin ömrün en fazla 90 yıl. Tebrizi der ki: "Kainat yek vücut, tek varlıktır. Herkes ve her şey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, bilakis senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucundaki tek bir insanın kederi tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir."

Aklınla tanış, vicdanınla hareket et, egonla vedalaş..
Ve kendine gel, orada yasaksız bir elma bulacaksın.



Rate this posting:
{[['']]}

Hiç yorum yok: